Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Türk Edebiyatında Tasvir
Bizim edebiyatımıza gelince: Bizde bu duygunun uyanması daha da geç olmuş ve tabiatın güzelliğini anlamamız için bile Fransız edebiyatından, özellikle romantiklerden esinlenmemiz, bunun için de Tanzimat edebiyatını, daha doğrusu 1870 yıllarını beklememiz gerekmiştir. Bizim 600 yıllık Klâsik edebiyatımız ve Divan şairlerimiz için de , bugünkü anlamda bir tabiat güzelliği, bir tabiat duygusu yoktur. Divan edebiyatımız, güzelliği yalnız iç âlemde bulduğu için, tabiatı seyretmeye lüzum bile görmemiştir. Tevhit, nât ve kaside gibi uzun manzumelerin baş tarafında genellikle bir nesib yari tasgir bölümü bulunur. Şair burada, bir tabiat, bir zaman, bir olay., vb. tasviri yapar. Bu bölümlerde, pek çok gazelde ve daha başka manzumelerde gül, gülşen, servi, gülzar, bağ, çemen, çenar, lâle..vb. gibi bazı tabiat parçalarmdan söz edilir ama bunlar sadece birtakım işaret ve semboller durumundadır. Bunların belli bir zaman ve mekânla ilgisi yoktur. Yani somut değildir bunlar. Sözgelişi bir "gülzar" yani gül bahçesi, bir "hane" denir ama bunlar nerededir? Neyin yanındadır? Ayırıcı vasıfları var mıdır? Varsa nelerdir? Bunlar ve benzeri pek çok soruya cevap bulamayız. Yani bunlar gözle görülüp elle tutulmazlar.
Ayırıcı özellikleri yoktur. Fakat her Divan şairi, aşağı yukarı aynı şekilde, hep kullanır bunları.
Gene Divan edebiyatının sözde bahan anlatan "Bahariye" ve kıştan söz eden "Şitaiye"lerinde tasvir edilen, sözü geçen renk, ses ve kokularda duyguların payı yoktur. Divan şairleri bunları bize sadece fikir ve kavram halinde vermişlerdir. Divan edebiyatımız, dış âleme bütün pencerelerini kapamış ve kendi içinde oluşmuş, gelişmiş, kapalı bir edebiyattır.
Gerçek tabiat da rengi, kokusu ve sesiyle edebiyatımıza Tanzimatın açtığı pencereden girdi. Bu konuda öncü, romantizm ve Victor Hugo etkisinde çok kalan Namık Kemal ve onun eserleridir. Gene bu arada Abdülhak Hamid ve onun Sahra, Belde gibi eserlerini de anmak gerekir. Zaten Türk edebiyatında, biraz basit ve teknik yönünden zayıf olmakla birlikte Batıh anlamda ilk roman yazarlarından biri Namık Kemal'dir. Şüphesiz ki bizim için yepyeni bir edebî tür olan romanın ilk örnekleri mükemmel olamazdı. Gerçekten Tanzimat devrinin ve Türk edebiyatının Batdı anlamdaki ilk romancıları, romanlarma başlarken, uzun bir piyes dekoru tasvir eder gibi çevreyi uzun uzun anlatırlar, sonra da o çevreye bir daha dönmezler. Bu durumu en çok,
biraz farklı da olsa İntibah, Araba Sevdası ve Zehra adlı romanlarımızda görüyoruz. Hele bunların ilki olan İntibah, uzun ve romantik bir bahar tasviri ile başlar, ardmdan Çamlıca anlatılır ve bu tasvir altı sayfa sürer16. Gerek baharın tasvir ediliş tarzı, gerekse en başta bulunan ve hareket noktası kabul edilebilecek olan "Gel ey fasl-ı bahârân, mâye-i ârâm ü hâbımsm Enîs-i hâtırım kâm-ı dil-i pür-ıstırâbımsın" beyti, okuyucuya ister istemez Divan edebiyatındaki kasidelerin giriş yani nesib kısmı ile, Bahariye'leri hatırlatmaktadır. Gerçekten bu bahar tasvirinde, Divan edebiyatından alınarak genişletilmiş imajlar görülüyor. Ayrıca, eserin içindeki tasvirler de, vakanın akışını kesip yavaşlatacak kadar uzundur.
Sonra bazı tasvirlerin gerçeğe uymayan yönleri de vardır. Ama ne olursa olsun, romanımıza dış âlemin tasviri Namık Kemal'le girmiştir ve bu eser, bu yönden ayrı bir özellik, önem ve değer kazanmaktadır. Recaizade Ekrem'in Araba Sevdası'nda ise vakaya, romanda önemli bir yeri ve rolü olan Çamhca'nm çok uzun bir tasviri ile başlanır ve bu da beş sayfa sürer. Yakaya başlama bakımından Intibah'la aralarında benzerlik görülürse de tasvirlerin yapdış şekli değişiktir. Namık Kemal yer yer gerçekten ayrılıp benzetmeler yaptığı, kendi düşüncelerini söylediği halde, R. Ekrem okuyucuya bilgi verecek şekilde tasvirler yapmıştır. Önce, Çamkca'ya gitmek için izlenecek yol tarif edilmiş, sonra da bahçenin anlatılmasına geçilmiştir.
Nabizade Nazım'ın yazdığı Zehra'nın baş tarafında da çok uzun bir Boğaziçi tasviri yer alır18. Ama ilerde ayrıca ele akp inceleyeceğimiz gibi, onda oldukça gerekli ve başardı tasvirler vardır. Şüphesiz ki romana başlarken yapdan uzun tasvirler ve çok aynntı olarak anlatılan çevre, roman kişilerini çok yakmdan ilgilendirse bile, daha onları tanımadığı, tasvir edilen şeylerin onların hayatında oynıyacağı rolü önceden anlayamadığı için, okuyucuyu hiç ilgilendirmez. Üstelik psikolojik yönden sıkar ve onun dikkatini, ilgisini azaltır. O halde uzun, aynntıb ve gereksiz tasvirler, psikolojik bakımdan okuyucuyu eserden uzaklaştırır. Gerçi bir tablo ya da tasvirin bir bütün olması gereklidir. Parça parça anlaşılması, psikolojik yönden imkânsızdır. Bugünün psikolojisi der ki: Parçaları birbirinden ayırdığımız, sözgelimi onları ayrı ayrı dikkate almak üzere bir portrenin bütününü kapadığımız zaman ifade kaybolur19. Ama yazar bu bütünlüğü, vakayı büyük ölçüde kesip durdurmayı göze alarak vermek yerine, gerektiği zaman ve kısa sözler, kelimeler halinde de sağlayabilir. Yani tasvir ve tahliller, vaka ile birlikte, kısa kısa yürümelidir. Tasvirler, bir bütün olarak değil, vakayı kesmeden parça parça, tablo tablo yapılmahdır.
Tarih: 2016-03-02 01:56:21 Kategori: Sözlük
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Türk Edebiyatında Tasvir Nedir
Bizim edebiyatımıza gelince: Bizde bu duygunun uyanması daha da geç olmuş ve tabiatın güzelliğini anlamamız için bile Fransız edebiyatından, özellikle romantiklerden esinlenmemiz, bunun için de Tanzimat edebiyatını, daha doğrusu 1870 yıllarını beklememiz gerekmiştir. Bizim 600 yıllık Klâsik edebiyatımız ve Divan şairlerimiz için de , bugünkü anlamda bir tabiat güzelliği, bir tabiat duygusu yoktur. Divan edebiyatımız, güzelliği yalnız iç âlemde bulduğu için, tabiatı seyretmeye lüzum bile görmemiştir. Tevhit, nât ve kaside gibi uzun manzumelerin baş tarafında genellikle bir nesib yari tasgir bölümü bulunur. Şair burada, bir tabiat, bir zaman, bir olay., vb. tasviri yapar. Bu bölümlerde, pek çok gazelde ve daha başka manzumelerde gül, gülşen, servi, gülzar, bağ, çemen, çenar, lâle..vb. gibi bazı tabiat parçalarmdan söz edilir ama bunlar sadece birtakım işaret ve semboller durumundadır. Bunların belli bir zaman ve mekânla ilgisi yoktur. Yani somut değildir bunlar. Sözgelişi bir "gülzar" yani gül bahçesi, bir "hane" denir ama bunlar nerededir? Neyin yanındadır? Ayırıcı vasıfları var mıdır? Varsa nelerdir? Bunlar ve benzeri pek çok soruya cevap bulamayız. Yani bunlar gözle görülüp elle tutulmazlar.
Ayırıcı özellikleri yoktur. Fakat her Divan şairi, aşağı yukarı aynı şekilde, hep kullanır bunları.
Gene Divan edebiyatının sözde bahan anlatan "Bahariye" ve kıştan söz eden "Şitaiye"lerinde tasvir edilen, sözü geçen renk, ses ve kokularda duyguların payı yoktur. Divan şairleri bunları bize sadece fikir ve kavram halinde vermişlerdir. Divan edebiyatımız, dış âleme bütün pencerelerini kapamış ve kendi içinde oluşmuş, gelişmiş, kapalı bir edebiyattır.
Gerçek tabiat da rengi, kokusu ve sesiyle edebiyatımıza Tanzimatın açtığı pencereden girdi. Bu konuda öncü, romantizm ve Victor Hugo etkisinde çok kalan Namık Kemal ve onun eserleridir. Gene bu arada Abdülhak Hamid ve onun Sahra, Belde gibi eserlerini de anmak gerekir. Zaten Türk edebiyatında, biraz basit ve teknik yönünden zayıf olmakla birlikte Batıh anlamda ilk roman yazarlarından biri Namık Kemal'dir. Şüphesiz ki bizim için yepyeni bir edebî tür olan romanın ilk örnekleri mükemmel olamazdı. Gerçekten Tanzimat devrinin ve Türk edebiyatının Batdı anlamdaki ilk romancıları, romanlarma başlarken, uzun bir piyes dekoru tasvir eder gibi çevreyi uzun uzun anlatırlar, sonra da o çevreye bir daha dönmezler. Bu durumu en çok,
biraz farklı da olsa İntibah, Araba Sevdası ve Zehra adlı romanlarımızda görüyoruz. Hele bunların ilki olan İntibah, uzun ve romantik bir bahar tasviri ile başlar, ardmdan Çamlıca anlatılır ve bu tasvir altı sayfa sürer16. Gerek baharın tasvir ediliş tarzı, gerekse en başta bulunan ve hareket noktası kabul edilebilecek olan "Gel ey fasl-ı bahârân, mâye-i ârâm ü hâbımsm Enîs-i hâtırım kâm-ı dil-i pür-ıstırâbımsın" beyti, okuyucuya ister istemez Divan edebiyatındaki kasidelerin giriş yani nesib kısmı ile, Bahariye'leri hatırlatmaktadır. Gerçekten bu bahar tasvirinde, Divan edebiyatından alınarak genişletilmiş imajlar görülüyor. Ayrıca, eserin içindeki tasvirler de, vakanın akışını kesip yavaşlatacak kadar uzundur.
Sonra bazı tasvirlerin gerçeğe uymayan yönleri de vardır. Ama ne olursa olsun, romanımıza dış âlemin tasviri Namık Kemal'le girmiştir ve bu eser, bu yönden ayrı bir özellik, önem ve değer kazanmaktadır. Recaizade Ekrem'in Araba Sevdası'nda ise vakaya, romanda önemli bir yeri ve rolü olan Çamhca'nm çok uzun bir tasviri ile başlanır ve bu da beş sayfa sürer. Yakaya başlama bakımından Intibah'la aralarında benzerlik görülürse de tasvirlerin yapdış şekli değişiktir. Namık Kemal yer yer gerçekten ayrılıp benzetmeler yaptığı, kendi düşüncelerini söylediği halde, R. Ekrem okuyucuya bilgi verecek şekilde tasvirler yapmıştır. Önce, Çamkca'ya gitmek için izlenecek yol tarif edilmiş, sonra da bahçenin anlatılmasına geçilmiştir.
Nabizade Nazım'ın yazdığı Zehra'nın baş tarafında da çok uzun bir Boğaziçi tasviri yer alır18. Ama ilerde ayrıca ele akp inceleyeceğimiz gibi, onda oldukça gerekli ve başardı tasvirler vardır. Şüphesiz ki romana başlarken yapdan uzun tasvirler ve çok aynntı olarak anlatılan çevre, roman kişilerini çok yakmdan ilgilendirse bile, daha onları tanımadığı, tasvir edilen şeylerin onların hayatında oynıyacağı rolü önceden anlayamadığı için, okuyucuyu hiç ilgilendirmez. Üstelik psikolojik yönden sıkar ve onun dikkatini, ilgisini azaltır. O halde uzun, aynntıb ve gereksiz tasvirler, psikolojik bakımdan okuyucuyu eserden uzaklaştırır. Gerçi bir tablo ya da tasvirin bir bütün olması gereklidir. Parça parça anlaşılması, psikolojik yönden imkânsızdır. Bugünün psikolojisi der ki: Parçaları birbirinden ayırdığımız, sözgelimi onları ayrı ayrı dikkate almak üzere bir portrenin bütününü kapadığımız zaman ifade kaybolur19. Ama yazar bu bütünlüğü, vakayı büyük ölçüde kesip durdurmayı göze alarak vermek yerine, gerektiği zaman ve kısa sözler, kelimeler halinde de sağlayabilir. Yani tasvir ve tahliller, vaka ile birlikte, kısa kısa yürümelidir. Tasvirler, bir bütün olarak değil, vakayı kesmeden parça parça, tablo tablo yapılmahdır.
Tarih: 2016-03-02 01:56:21 Kategori: Sözlük
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx